Albert Camus’nün “Yabancı” ile Dostoyevski’nin “Yer Altından Notlar” Adlı Eserlerinde Topluma Yabancılaşma
Albert Camus’nün “Yabancı” adlı eserinde ve Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” adlı eserinde baş karakterler hayata bakış açıları, diğer insanlarla olan iletişimleri ve onlara karşı olan görüşleriyle sıradan insanlardan, içinde bulundukları toplumlardan oldukça farklı bireylerdir. Çalışmada da eklektik inceleme yöntemi kullanılarak bu karakterler üzerinden “topluma yabancılaşma” konusu ele alınacaktır. Ancak önce yazarlar hakkında kısa bilgiler verilecektir.
Albert Camus, 1913’te Cezayir’in Mondovi kasabasında dünyaya geldi. Babası Fransız, annesi İspanyoldu. Fakir bir ailenin çocuğu olan Camus, küçük yaşta babasını kaybetti. Bağımsız bir hayat sürebilmek amacıyla küçük yaşta evden ayrıldı. Geçimini sağlamak için birçok işe girip çıktı, vereme yakalandı. Felsefe eğitimini yarıda bırakarak, bir süre tiyatro ile uğraştı. Alman işgali boyunca “Combat” gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 1937 ve 1938’de yayımlanan iki denemesiyle edebiyata giren Camus, bu kitaplarında bir şair ve üslupçu görünüşüyle karşımıza çıkar. 1942’de yayımladığı “Yabancı” (L’Etranger) ona çabucak şöhretin kapılarını açar. Eserlerinde çok az yazar ve düşünürde görünen sıklıkta ölüm, anlamsızlık ve nihilizm temalarını işleyen ve 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Camus, 1960’da bir trafik kazasında, yaşamını yitirdi.[1]
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski çocukluğunu sarhoş bir baba ve hasta bir anne arasında geçirdi. Annesinin ölümünden sonra Petersburg’taki Mühendis Okulu’na girdi. Okulu başarıyla bitirdikten sonra İstihkâm Müdürlüğü’ne girdi. Bir yıl sonra istifa ederek buradan ayrıldı. Ordudan ayrıldıktan sonra edebiyata yönelen Dostoyevski’nin ilk kitabı İnsancıklar, 1846 yılında yayımlandı. Bu eserinin ardından yazdığı kitaplarla beklediği başarıya ulaşamayan Dostoyevski’nin umudu kırıldı ve politikayla ilgilenmeye başladı. 1849 yılında devlet aleyhindeki bir komploya karıştığı iddiası ile sekiz ay hapishanede kalan Dostoyevski, kurşuna dizilmek üzereyken diğer sekiz tutuklu arkadaşı ile affedildi. Cezası dört yıl kürek, altı yıl da adî hapse dönüştürüldü. Cezasını çekmesi için Sibirya’da bulunan Omsk Cezaevi’ne gönderildi. Burada geçirdiği dört yılın ardından er rütbesi ile hizmete verildi. Subaylığa kadar yükseldi. Beş yıl boyunca görev yapan Dostoyevski, 1859 yılında özgür bırakıldı ve Petersburg’a yerleşti. Petersburg’a döndükten sonra Sara nöbetleri ve kumar bağımlılığı yüzünden maddi açıdan darlığa düştü. Dostoyevski, bir ciğer kanamasıyla yatağa düştü ve 28 Ocak 1881 tarihinde öldü. Dostoyevski için 31 Ocak 1881 tarihinde yapılan cenaze töreninde yaklaşık otuz bin kişi tabutunun arkasından yürüdü.[2]
Henüz yazarların hayatları hakkındaki bilgileri incelediğimizde dahi, Camus’nün felsefe eğitimi alması ve hayatı boyunca ölüm ve hastalıkla yüz yüze olmasının “Yabancı” adlı eserdeki etkileri anlaşılmaktadır. Üstelik yazar 20. yüzyılda yaşamıştır, varoluşçuluk ve saçma felsefesiyle bağlantısı buradan da gelmektedir; çünkü 20. yüzyıl, geleneklerden kopukluk, bölünmüşlük, yabancılaşma, değer yitimi, şiddet, kaosun insan düşüncesini ve yaşayışını etkilediği bir yüzyıldır. Jean Paul Sartre, varoluşçuluk için şunları söylemiştir:
Köklerinden kopmuş temelini yitirmiş, geçmişe, tarihe güvenini kaybetmiş, topluma yabancılaşmış, mutsuz, huzursuz insan varlığını diler getiren bir felsefedir. Bu felsefe daha çok, toplum içinde yaşayan bireyin tehdit altında olduğunu, günümüzle gelenek arasındaki bağlantını koptuğu, insan manasız bir hale geldiği, kendi kendini yitirmek tehlikesinin baş gösterdiği yerde ortaya çıkar.[3]
Albert Camus de varoluşçuluğun hem felsefi hem de edebi yönlerinde etkin olmuştur. Saçma felsefesinin temsilcilerinden sayılan Camus, birçok eserinde toplumla çatışma yaşayan ve topluma yabancılaşan bireylerin hikayesini anlatır. Çalışmada incelenen eserlerden olan “Yabancı” da Camus’nün yabancılaşmayı işlediği en önemli eseridir.
Camus’nün “Yabancı” adlı romanında her şey çok kısa bir zaman aralığında olup biter. Cezayir’de, bir rastlantı sonucu, bir fellahı öldüren orta sınıftan bir Fransız, Mersault, kendisini adım adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler. Meursault, kavurucu güneş yüzünden, hiçbir sebep yokken bir fellahı öldürür. Bu cinayeti sanki kendi iradesi dışında işler, tutuklanır. Mahkemede, sanki yargılanan, hayatı söz konusu olan kendisi değil de, bir başkasıymış gibi, olan bitenleri, anlamayan, kayıtsız bir gözle seyreder; yaptığına bir açıklama şekli bulmaya uğraşanlara, bir anlam vermek için çaba harcayanlara şaşar. Kendisini müdafaa etmek zahmetine bile katlanmaz. Meursault sanki içinde yaşadığı hayata uygun bir biçimde yaratılmamış gibidir ve çevresine adeta uyamamaktadır; o, çevresindeki her şeye yabancıdır. İnsanlar, onların ahlak anlayışları yabancı gelmektedir ona. Annesinin ölümüne ağlamadığı ve niçin ağlamadığını açıklayamadığı için de ölüm cezasına çarptırılır. Yani roman etrafında olup bitenleri anlayamayan, anlamak için de bir çaba harcamayan kayıtsız, vurdumduymaz bir kişinin durumunu anlatır.
“Yeraltından Notlar” ise, başta Camus olmak üzere birçok Batılı insanı varoluşçu anlamda etkilemiş bir klasiktir.[4] Dostoyevski’nin Nihilist yaklaşımı eserde görülmektedir; ancak kitabın başında Dostoyevski kitabın kahramanı olan yazarın kendisi olmadığı şu şekilde dile getirmiştir:
Bu notlar da bunların yazarı da besbelli hayal ürünüdür. Bununla birlikte, toplumumuzun durumunu, yapısını göz önüne alacak olursak, bu notların yazarı gibi kişilerin aramızda bulunmasının yalnızca mümkün değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu kabul ederiz. Benim bütün istediğim, pek yakın bir zaman öncesinin tiplerinden birini herkesin gözü önüne daha açık olarak sermektir. Bu tip, henüz tükenmemiş bir kuşağın temsilcisidir.[5]
Buna rağmen eser, gerçek dünyadan kendini soyutlamış bir kişinin iç çatışmalarını ve hayal kırıklıklarını konu alır. Kitabın büyük bölümünü asosyal, insanlardan korkan, tiksinen, nefret eden kahramanın durumu anlatan kısımlar oluşturur. “Yeraltı” adlı birinci bölümde kendini hasta ve kindar biri olarak tanıtan kitabın kahramanı olan yazar, düşüncelerini açıklamakta; özgür irade, rasyonalizm ve romantizm konusunda büyük eleştirilerde bulunmaktadır. Yaşam görüşünü açıklamaya çalışmakta ve büyük bir mekanizmaya (topluma) ait olmayan tek ve özel bir birey olduğunun gösterişini yapmaktadır. İkinci bölümde ise bu kişinin yaşamındaki birkaç olay anlatılmakta ve diğer insanlarla, toplumla iletişim kurmaktaki sıkıntıları gözler önüne serilmektedir.
Camus’nün eserindeki kahraman Mersault topluma öyle yabancılaşmıştır ki onun için her şey saçma ve anlamsızdır. En azından herhangi iki seçenek arasında bir fark yoktur. Örneğin iş yaşamında önemli bir fırsat sunulduğundaki tepkisi şöyle olmuştur:
(…)Paris’te büyük kumpanyalarla doğrudan doğruya ve yerinde işlerini görebilecek bir büro açmayı düşünüyormuş. Oraya gitmek ister miyim, istemez miyim, onu öğrenmek niyetindeymiş. Bu, bana, Paris’te yaşamak, yılın bir kısmını da gezide geçirmek olanağını verecekmiş. “Daha gençsiniz. Sanırım böyle bir hayat hoşunuza gider,” dedi. “Evet,” diye karşılık verdim. “Ama, doğrusunu isterseniz, bence bir,” diye ekledim. O zaman, “Hayatınızda bir değişiklik hoşunuza gitmez mi?” diye sordu. “İnsan, hayatını hiç değiştiremez ki. Zaten herkesin hayatı birbirinin aynıdır. Buradaki hayatımı hiç beğenmiyor da değilim,” diye karşılık verdim(…)[6]
Görülmektedir ki Mersault patronunun bu özel teklifine hayatını değiştirmek için bile bir neden bulamadığı için olumsuz bir yanıt vermiştir. Ona göre herkesin hayatı birdir, bu nedenle yaşamını farklı kılacak bir durum değildir bu teklif. Normal bir kişi içinse tamamen farklı bir hayat anlamına gelebilir.
Yeraltından Notlar adlı kitabın kahramanı yeraltı adamı da kendisini diğer insanlardan akıllı ve zeki olarak kabul etmektedir ve bunun sebebini ise şöyle açıklar:
Değerli okurlarım, belki de benim kendimi akıllı ve zeki sanmamın tek sebebi hayatım boyunca başladığım bir işi bitirmemiş olmamdır. Ben de herkes gibi geveze, boşboğaz, can sıkıcı birisi olayım ne çıkar! Her akıllı ve zeki insanın önce geveze olması, elbette havanda su dövmesi alnına yazılmışsa elden bir şey gelebilir mi?[7]
Bu özellikleriyle içinde bulundukları yaşam ve insanlara karşı bakış açılarının ne kadar farklı olduğu görülmektedir. Biri büyük bir iş teklifini, herkesin yaşamı aynıdır, diye geri çevirirken, diğeri sırf başladığı işleri bitirmediği için kendini diğerlerinden zeki ve akıllı görmektedir.
Mersault’nün toplum değerlerine ters bir şekilde verdiği tepkilerden bir diğeri de ölüm ve yaşamdır. Mersault, hiçbir neden yokken bir fellahı öldürür; ama en önemlisi annesinin ölümü bile neredeyse önemsizdir onun için:
Marengo’da soruşturma yapmışlar. Soruşturmayı yapanlar, anacığımın gömüldüğü gün, “duygusuz davrandığımı” saptamışlar. Avukatım, “Bunu size sormaya sıkılıyorum, ama ne yapalım ki çok önemli. Anlıyorsunuz ya! Verecek bir yanıt bulamazsam o zaman bu, savcılığın elinde ağır basan bir kanıt olur,” dedi. Kendisine yardım etmemi istiyordu. O gün acı çekip çekmediğimi sordu bana. Bu soru beni çok şaşırttı ve bana öyle geldi ki, bu soruyu soran ben olsam çok sıkılırdım. Ne var ki, kendi kendimi sorguya çekmek alışkanlığımı biraz yitirdiğimi, onun için bu konuda onu aydınlatamayacağımı söyledim. Kuşkusuz anacağımı çok severdim, ama bu bir şey demek değildi(…)[8]
Sadece “Anam ölmeseydi elbette daha iyi olurdu.” demekle yetinen Mersault, kendi hayatı söz konusu olduğunda da bu tutumunu değiştirmemiştir. Mahkemedeki durumu şöyle ifade etmektedir:
Yani bu işin benim dışımda görülüyor gibi bir hali vardı. Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu, kaderim bana sorulmadan tayin olunuyordu… İyi düşününce söylenecek bir şeyim olmadığını anlamaktaydım. Kendi kendimi seyrediyormuş gibi bir hisse kapıldım.
Herkes bilir ki, hayat yaşamak zahmetine değmeyen bir şeydir, aslında 30 ya da 70 yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim, çünkü her iki halde de gayet tabii olarak başka erkekler ve kadınlar yine yaşayacaklar ve bu binlerce yıl devam edecektir… İnsan madem ki ölecektir, bunun nasıl ve ne zaman olacağının önemi yoktur.[9]
Yani “Yabancı” adlı romanın kahramanına göre dünya boş ve manasız, her şey, insan, hayat, toplum saçmadır. Evrensel bir saçmalıktır bu. Bunu düşünmek çok yorucu, hayattan bezdiricidir. Yaşamın tekdüzeliği altında, makineleşmiş bir dünyada makineleşmiş insan, ölümü bile rahatlıkla kabul eder. Hayata baktığında gördüğü tek şey saçmalıktır.
İki kahramanın ortak bir özelliği de kaderci düşünceleridir. Yeraltı adamı kendinden bahsederken bunu şu sözleriyle ifade etmektedir:
(…)Ben de herkes gibi geveze, boşboğaz, can sıkıcı birisi olayım ne çıkar! Her akıllı ve zeki insanın önce geveze olması, elbette havanda su dövmesi alnına yazılmışsa elden bir şey gelebilir mi?[10]
Yeraltı adamının kaderci yaklaşımı bu küçük örnekle görülebildiği gibi aynı şekilde Mersault da hakkındaki soruşturma için şu düşüncelere sahiptir:
Yani bu işin benim dışımda görülüyor gibi bir hali vardı. Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu, kaderim bana sorulmadan tayin olunuyordu… İyi düşününce söylenecek bir şeyim olmadığını anlamaktaydım. Kendi kendimi seyrediyormuş gibi bir hisse kapıldım.[11]
Her iki kahraman da bu hayattaki durumlarına karşı yapabilecekleri bir şey olmadığını düşünmekte, kaderci bir yaklaşım sergilemektedir.
Mersault ve yeraltı adamı, “toplumun en küçük birimi” olarak nitelendirilebilecek aile kavramına da farklı birer tutum takınmıştır. Öyle ki, Mersault bir süredir birlikte olduğu kız arkadaşının evlenme isteğine ise şu yanıtı vermiştir:
“Bence bir, ama istersen evleniriz,” dedim. O zaman, kendisini sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. Bir başka zaman da söylediğim gibi, “Bunun bir anlamı yok, ama herhalde sevmiyorumdur,” diye karşılık verdim. “Öyleyse niçin benimle evleneceksin?” diye sordu. Bunun bir önemi olmadığını, isterse evlenebileceğimizi söyledim. Zaten isteyen kendisiydi, ben sadece evet demekle yetiniyordum. O zaman, Marie, “Evlilik ciddi bir şeydir,” dedi. Ben de, “Değildir,” diye karşılık verdim. Bir an sustu, bana sessiz baktı. Sonra yine konuştu, “Aynı biçimde bağlı olduğun bir başka kadın sana aynı öneride bulunsa kabul eder miydin, onu öğrenmek istiyorum,” dedi. “Elbette ederdim,” dedim(…)[12]
Mersault’nün umursamaz tavrı evlenmek konusunda da değişmemiştir. Onun için yaşam ve ölümün bir olması, gibi evlilik de birdir. Yeraltı adamıysa sevdiği kadın Liza ile geçirdiği gecenin ardından onun bir an önce gitmesini istemektedir:
Uzun bir süre geçtikten sonra odanın içinde çıldırmışçasına aşağı yukarı yürümeye başlamıştım ve bir yandan da Liza’ya bakıyordum. Çok sıkılmıştım. Onun hala neden gitmediğini bilmiyordum.
Bütün bunların anlamsız olduğunu, benim ve kötü, bu derecede aptal olamayacağımı çok iyi biliyorum. Dahası Liza’yı sevmemenin, hiç değilse onu sevgisini takdir etmemenin olanaksız olduğunu söyleyeceklerdir. Ben de onlara bunun neden olanaksız olduğunu soracağım. Önce sevmek, benim elimden gelmezdi, çünkü bence sevmek sevgiyi manevi olarak üstün görmek demektir, zorbalık yapmak demektir. Ben hayatım boyunca başka türlü sevgi düşünemedim. Hatta şimdi bile sevginin, sevilen kişinin kendi isteğiyle kendisini tutsak etmesi olduğuna inanıyorum. Yeraltı düşlerimde sevgiyi, yaşam savaşının dışında düşünemedim ki. Benim düşlerimde sevgi, hep nefretle başlayıp manevi zaferimle bitmiştir(…)
Yine de odamda dolaşarak arada bir paravanın aralığından bakarken Liza’dan nefret etmiyordum. Yalnızca, onun burada bulunması beni sıkıyordu. Bir an önce gitmesini istiyordum. Huzura kavuşmayı, yeraltımla baş başa kalmayı istiyordum. Alışamadığım gerçek yaşam, soluğumu kesecek ölçüde bunaltıyordu beni.[13]
Kahramanların birlikte oldukları bayanlarla yaşadıkları bu olaylar, iki kişilik bir topluluk bire oluşturmaktan kaçındıklarını göstermektedir. Her ikisi de kendi yalnızlıkları içinde yaşamak istemektedir. Yine de burada da Mersault için bu durum bir fark yaratmazken, yeraltı adamı bazı çelişkiler yaşamaktadır. İki kahraman arasındaki farklılıklar da buradan gelmektedir.
Örneğin, yeraltı adamı kendisini oldukça çok önemsemektedir ve kendini sürekli üstün görmektedir; ancak içine düştüğü durumlarla baş edememekte ve istenmeyen kişi olmaktan da nefret etmektedir. Bunu şu sözleriyle ifade etmektedir:
Ben, herkesten daha akıllı ve daha soylu, daha kültürlü olan ben; başkalarının karşısında ezilip büzülmekten, onların horlamaları karşısında yıkıla yıkıla, zararlı iğrenç bir böcek durumuna düşmüştüm ve bunu düşündükçe eriyor, kahroluyordum.[14]
Ancak kitabın daha önceki bölümlerinde ise bir böcek dahi olamadığından da şikayet etmektedir yazar:
Değerli okurlarım, şu an siz dinlenmek isteseniz de istemeseniz de ben sizlere bir şey bile olamadığımı anlatmak istiyorum. Tüm içtenliğim ve ciddiliğimle söyleyeyim, böcek olmayı bile şiddetle istedim. Ama ne yazık ki buna bile ulaşamadım.[15]
İşte Camus’nün “Yabancısı” ile “Yeraltından Notlar” arasındaki en büyük fark da buradan gelmektedir. Yeraltından Notlar’daki yazar, diğer herkesten kendini farklı görmektedir; fakat bu farklılık onun düşüncelerindedir. Toplumdan farklı olsa da onun içinde yer almaya çabalamaktadır. Yabancı’daki Mersault ise toplumdan gerçek anlamda farklıdır. Ne içinde yer almak istemektedir, ne de onu önemsemektedir.
Yabancı’da toplum kahramanın hayatını etkilerken, Yeraltından Notlar’daki kahraman toplumu etkilemeyi istemektedir. Mersault suçlu hissettirilmeye çalışılırken, yeraltındaki adam diğerlerinin onu görmesini istemektedir; ancak onlarla baş edememektedir. Bu da onda tiksintiye, öfkeye, kıskançlığa ve mutsuzluğa neden olmaktadır. Mümkün olsa içinde bulunduğu toplumu kontrol etmek istemektedir, bu derece hırslıdır. Mersault ise hiç kimse ve hiçbir şeyi önemsememekte, hiçbir şey istememektedir. O sadece toplumdan ve onun değerlerinden kopuk bir şekilde yaşamaktadır. Onu idam etmek istemelerini bile önemsememektedir; çünkü kim ne yaparsa yapsın, herkes bir gün bir şekilde ölecektir. Kendini savunsa da savunmasa da birdir onun için.
Albert Camus topluma yabancılaşmayı “Yabancı” adlı romanında hayatın saçmalığına odaklanarak anlatırken, Dostoyevski “Yeraltından Notlar”da ıstırap çeken insana odaklanmaktadır. Her iki kahraman da topluma yabancılaşmış olmasına rağmen, biri toplumdan kopuk bir şekilde, onunla ilgilenmeden, adeta sürüklenerek yaşarken, diğeri toplumla olan bu sorunlarından dolayı sıkıntı çekmekte, onu eleştirmektedir ve yine de bir parçası olma çabasındadır. Bundaki başarısızlığı nedeniyle onu kontrol etme arzusuna bile sahiptir. Üstelik Mersault yabancılaşmayı tam anlamıyla yaşarken, yeraltı adamı bu farklılığı sadece düşüncelerinde yaşamaktadır.
[1] Bkz. Albert Camus. Yabancı. İstanbul: Can Yayınları, 29. Baskı, 2009. S. 5.
[2] Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Fyodor_Mihaylovi%C3%A7_Dostoyevski#Hayat.C4.B1 (15.09.2009)
[3] Jean Paul Sartre. Varoluşçuluk. (Çev. A. Bezirci). İstanbul: Say yayınları, 1997. S. 10.
[4] Bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Yeralt%C4%B1ndan_Notlar (15.09.2009).
[5] Dostoyevski. Yeraltından Notlar. İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002. S. 5.
[6] Albert Camus. Yabancı. İstanbul: Can Yayınları, 29. Baskı, 2009. Ss. 46-47.
[7] Dostoyevski. Yeraltından Notlar. İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002. S. 25.
[8] Albert Camus. Yabancı. İstanbul: Can Yayınları, 29. Baskı, 2009. Ss. 65-66.
[9] Bkz. Albert Camus. Yabancı. İstanbul: Can Yayınları, 29. Baskı, 2009. Ss. 65-70.
[10] Dostoyevski. Yeraltından Notlar. İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002. S. 25.
[11] Bkz. Albert Camus. Yabancı. İstanbul: Can Yayınları, 29. Baskı, 2009. Ss. 65-70.
[12] Albert Camus. Yabancı. İstanbul: Can Yayınları, 29. Baskı, 2009. Ss. 47-48.
[13] Bkz. Dostoyevski. Yeraltından Notlar. İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002. Ss. 150-151.
[14] Dostoyevski. Yeraltından Notlar. İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002. S. 66.
[15] Dostoyevski. Yeraltından Notlar. İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002. S. 12.
sule der ki
kitaplarla aram yoktur aslında bu gune kadar 100 sayfadan fazla kitap okumus değilim. odevlerimi hep internetten indirir verirdim ama kez iş ciddi.. bi kitap okumalıyım ama mektup seklinde yazılması gerekiyormus? her nasıl olcaksa artık :S yardımınıza ihtiyacım var bunuda internetten yapabilirdim ama tavsiyenizi bilmek isterim kitap okumaktan nefret ederim bana yardımcı olurmusunuz cunku size gercekten guveniyorum 🙂
İbrahim Avcı der ki
Merhaba Şule,
Öncelikle güvenin için teşekkür ederim. 🙂 Ödevin hakkında biraz daha detay verebilir misin?
sule der ki
mektup tarzı yazılmış bi kitap :S sadece bu kadar..
sule der ki
???
İbrahim Avcı der ki
Şule,
Bu türde ilk aklıma gelen kitap “Genç Werther’in Acıları”. Ancak bu kitap oldukça etkileyici ve duygusaldır. Aslına bakarsan, mektup tarzının amacı da samimiyeti ve içtenliği vurgulamaktır.
Hoşuna gider mi bilmiyorum; ama dünyaca da ünlü bir eser olduğundan, maden okumak zorundasın, okduğuna deysin diyebilirsin. 😉
sule der ki
yardımcı olduğunuz icin tesekkürler 🙂
sule der ki
sey bide ‘deysin’ degil degsin olmalı :S 😉
İbrahim Avcı der ki
Rica ederim ve uyarı için de teşekkürler. 😀 Herkes hata yapabiliyor… 🙂
fabrika yer çizgileri der ki
Teşekkürler.