Barok dönemindeki din düşüncesinin oluşumunda ve gelişiminde şüphesiz Otuz Yıl Savaşları’nın etkisi büyüktür. Otuz Yıl Savaşları diye anılan mezhep kavgaları tüm Avrupa’yı etkilemiş ve Barok devrinin belirleyicisi olmuştur. Bu dönemde, Rönesans devrinde başlayan sosyo-ekonomik gelişmenin yerine duraksamanın ve geri kalmanın hüküm sürdüğü görülmektedir.
Bu dönemde diğer dönemlerden farklı olarak akıl, duygu, din, korku ve sevinçler bir aradadır. Barok insanı her ne kadar şaşaalı bir görünüme bürünse de onu kötümser ve karşıt düşünceler içinde olan bir devrin insanı olarak görmek ve değerlendirmek yanlış olmaz. Çünkü Barok insanı bitmek bilmeyen mücadele ve savaşların yükünü artık taşıyamamaktaydı. Böyle özelliklere ve karşıtlıklara sahip Barok insanı şüphesiz Otuz Yıl Savaşları’ndan, mezhep kavgalarından etkilendiği için bu modele bürünmüştür. Otuz Yıl Savaşları’nın etkisiyle hayatın geçiciliği bilincine varmış ve 11. yüzyıldaki gibi “memento mori” (ölümü hatırla) düşüncesi hayata hakim olmuştur. Diğer yandan içine düştüğü kaosu yeniden düzenlemek amacıyla akıl bu devirde önemli bir yer teşkil etmiştir. Paskal, Descartes, Newton bu devrin önemli bilim adamlarıdır. Dağınık, parçalanmış bir kültür ve dünya görüşüne sahip olan Barok insanı hem bu dünya hem de öte dünya inancıyla iç içe yaşamıştır. Bir yandan Otuz Yıl Savaşları’nın da etkisiyle dünyanın acılarını ve eziyetlerini bırakarak dine yönelen insan (memento mori-ölümü hatırla düşüncesi), diğer taraftan da bu dünyanın kötülüklerinden kurtulmaya çalışan, dünyanın tadını çıkaran, gününü gün eden insan (carpe diem-gününü gün et düşüncesi) bu dönemde iç içedir. Hayatın zevklerini hor görüp ihtiraslarını frenlemeyi fazilet sayan Stoa felsefesi bu devrin insanına çok hitap etmiştir.
Stoacılık, Kıbrıslı Zenon tarafından kurulan Helenistik ve Roma döneminin en gözde felsefe okuludur. Aklın egemenliğini, doğaya uygun yaşamayı, ruhun duygular karşısında sarsılmazlığını (ataraksia=ruh dinginliği) ve duyumsamazlığı (apatheia=duygulara kapılmama) bir yandan da dünya yurttaşlığı ülküsünü savunmaktadır.
Stoacılığa göre bu evrende insan doğanın bir parçası oluşuyla zorunlu olarak evrensel ustan pay almaktaydı. Bu nedenle en uygun yaşam biçimi doğanın gerekleri uyarınca sürdürülen yaşamdı. Varolan tek iyinin erdem olduğu, erdemin kendisine de ancak bilgi yoluyla ulaşmanın olanaklı olduğu düşüncesi üstüne kurulan Stoacılık, erdemli kişiyi mutluluğu dışarıda değil de kendi içinde arayıp bulan kişi olarak tanımlamaktadır. Buna göre kişi, kendi mutluluğuna engel olan duygularına ve tutkularına egemen olarak onları alt etmeyi başarabildiği sürece erdemlidir.
Ancak Barok dönemindeki bu bunalım ve karamsarlık durumu Barok insanına çözüm olmamış, yerini aydınlanma dönemine bırakmıştır.
Bir cevap yazın