İtalyan erkek dergisi FoxUomo’ya verdiği röportajda “Yüzde 100 İtalyanım” diyen, dünyaca ünlü yönetmen Ferzan Özpetek ve filmleri…
(Özlem Kazak’ın yazısı…) 3 Şubat 1959’da İstanbul’da doğan Ferzan Özpetek, 1976 yılında, Roma’daki La Sapienza Üniversitesi’nde Sinema Tarihi öğrenimi görmek amacıyla İtalya’ya gitmiş, ancak Accademia Italiana’da ve Accademia d’Arte Drammatica‘da Silvio D’Amico yönetimindeki sanat tarihi ve kostüm derslerine devam etmiştir.
1982 yılında Julian Beck birlikte ile “Yaşayan Tiyatro”da çalıştıktan sonra “Scusate il ritardo”da Massimo Troisi’nin ve “Son Contento” da Maurizio Ponzi’nin asistanlığını üstlenen yönetmen ilk filmini 1996’da çekmiştir. Yapımcılığını Marco Risi ve Maurizio Tedesco’nun birlikte üstlendiği “Hamam”, 1997 Cannes Film Festivali’nde, “Yönetmenlerin Onbeş Günü” tarafından keşfedilmiş ve hem İtalya’da, hemde diğer ülkelerde pek çok eleştirmenin ve seyircinin beğenisini kazanmıştır. Hamam, İtalya’nın yanı sıra, İngiltere, Fransa, İskandinavya, Almanya, Hollanda, Japonya ve hatta “nüfuz edilmesi çok güç ” olarak tarif edilen ABD’de gösterim imkânı bulmuştur.
Hamam, 94 dakikalık Türk-İtalyan-İspanyol ortak yapımı bir filmdir. Film, teyzesinin ölümünden sonra kendisine miras kalan hamamı satmak amacıyla İstanbul’a gelen Francesco’nun evinde kaldığı Mehmet’le ilişkisini anlatır.
Yönetmenin ikinci filmi “Harem Suare“nin çekimlerine 1998 yılında başlanmıştır. Türk-İtalyan-Fransız ortak yapımı olan film, 1999 yılında Cannes Film Festivali’nin “Selection Officielle” kategorisine seçilmiş ve gösterildiği tüm Avrupa ülkelerinde önemli gişe başarıları elde etmiştir. Film ayrıca Toronto, Palm Springs ve Londra festivallerinden de resmi davet almıştır. Filmde II. Abdülhamit döneminde bir paşanın, Kahire’deki bir köle tüccarından satın aldığı Safiye’yi Abdülhamit’e hediye etmesi sonucu yaşanan olaylar konu edilmiştir.
Özpetek’in üçüncü filmi “Cahil Periler”, İtalya’da 2001 de gösterime girmiş ve gösterimde bulunduğu haftalar boyunca en fazla izlenen İtalyan filmi olmuştur. Filmde Massimo ile mutlu bir evlilik yaşayan Antonia’nın eşinin ölümünün ardından farkına vardığı yasak aşk konu edinilmiştir. Araba kazasında vefat eden Massimo’nun bir tablonun ardına yazdığı ithafı okuyan Antonia, eşinin yasak aşkının varlığını keşfeder. Tablodan hareketle iz sürmeye başlayan genç kadın, kendisini şok eden gerçekle yüzleşir. Yasak aşkın kahramanın bir bayan değil, Michele adlı bir homoseksüeldir.
Özpetek, filmin gösterime girmesinden önce, Corriere della Sera gazetesinin haftalık eki, “Sette” dergisine yaptığı açıklamalarda, eşcinsel olmaktan gurur duyduğunu belirterek, İtalya’daki eşcinsel meslektaşlarına “Kendinizi saklamayın! Bu sonuç itibarıyla kendinize saygı sorunudur.” şeklinde çağrıda bulunmuştur. “Yüzde yüz İtalyanım ve yüzde yüz eşcinselim.” açıklaması dikkat çekicidir. Yine aynı söyleşide Cahil Periler’e kendi hayatından da parçalar serpiştirdiğini belirtir. Özpetek’in yaşadığı bu yasak aşkın kahramanı bir menajerdir. Özpetek bir gün genç bir kadınla tanışır ve bu kadının menajer sevgilisinin eşi olduğunu öğrenince çok utanır. Cahil Periler’de de buna benzer bazı sahneler göze çarpar.
Yönetmenin dördüncü filmi “Karşı Pencere” (2002), bir sanat filmi olarak da nitelendirilebilir. Filmde soykırım dönemlerinde yaşanan tutkulu aşk ve pencereleri karşı karşıya olan iki yabancının umutsuz ilişkisi birlikte anlatılmaktadır. Karşı Pencere, seyirciye karşı pencerenin neden hep daha cazip olduğunu, aşkı ve hayatı sorgulatan başarılı bir film olmuştur. Bu da hem yönetmene hem oyunculara pek çok ödül kazandırmıştır. (2003 David Di Donatello Ödülleri, Altın Küre, 2003 Karlovi Vary Festivali,…)
“Kutsal Yürek” (2005), annesini küçük yaşta kaybedip teyzesi tarafından büyütülen Irene’nin eski bir evi satışa çıkarmasıyla başlayan iç dünyasına yolculuk serüvenini anlatır. Irene bazı gerçeklerin farkına varıp kendini yoksullara yardıma adar. Özpetek vizyona girdiği dönemlerde filmi “Sosyal ama sosyolojik değil, kutsallık üzerine ama dini değil” şeklinde tanımlamıştır.
“Bir Ömür Yetmez” (2007), orta yaşlı bir grup arkadaşın hayat hikayelerini konu edinir. Filmde kahramanların dostlukları, aşkları, korkuları, sorunları etkileyici bir biçimde anlatılmıştır. Filmdeki “Önemli olan kime aşık olduğun değil, aşkın kendisidir” repliği Özpetek’in aşka bakışının anlatır.
Yönetmenin son filmi “Mükemmel Bir Gün” (2008), ayrılan bir çift olan Emma ve Antonio’nun son 24 saatini anlatır. Film geri dönüş tekniğiyle, evden silah sesi duyan bir komşunun çağırdığı polisin kapıyı kırmasıyla, başlar. Özpetek’in vazgeçilmezlerinden olan yasak aşk, çarpık ilişkiler ve bozuk aile hayatı bu filmde de göze çarpar.
Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yönetmen
Özpetek’in “auter” diye kullanılan tabire uyan bir yönetmen olduğu söylenebilir. Şöyle ki yönetmen hemen hemen bütün filmlerinde ünlü oyuncu Serra Yılmaz’ı ve başarılı İtalyan oyuncu Giovanna Mezzogiorno’yu oynatmıştır ve Sezen Aksu şarkılarına da filmlerinde sıkça rastlanır.
Özpetek hemen hemen bütün filmlerinde hem İtalyan hem de Tük kültürüne yer vermiştir. Ancak buradan iki kültürü karşılaştırmak istediği ya da kültür köprüsü kurmaya çabaladığı sonucu çıkartılmamalıdır. Yönetmen yalnızca zengin bir kültürden gelmenin avantajını kullanmıştır. Bu sayede içinde yaşadığı kültüre daha farklı bakabilmektedir.
Filmlerin öyküleri genellikle yaşam-ölüm, geçmiş-gelecek, kısacası hayat üzerine kurulu olmakla birlikte filmlerinin hepsinde eşcinsel karakterler göze çarpar. Cahil Periler’in Michele’i, Hamam’ın Francesco’su, Bir Ömür Yetmez’in Lorenzo’su bunlardan sadece birkaçıdır. Aslına bakılacak olursa sinemada “neyin anlatıldığı değil nasıl anlatıldığı” düşünülecek olursa Özpetek’in bütün bu karakterleri birer birey yapabildiği, yani hepsine farklı elbiseler giydirdiği söylenebilir. Hepsi de kendi içlerinde derinlikleri, farklı sorunları, farklı hayatları olan karakterlerdir.
Özpetek filmlerinde dikkat çeken bir başka özellik de filmlerinde mutlaka sanatla ilgili karakterlerin bulunmasıdır. Cahil Periler’de hediye edilen tablo, Bir Ömür Yetmez’de yazar Sergio, Mükemmel Bir Gün’de pasta yapımını bir sanat gibi değerlendirip özen göstermesi buna örnek gösterilebilir.
“Hamam” adlı filmden yola çıkarak Ferzan Özpetek filmlerinin dikkat çeken birkaç yönüne bakacak olursak, en başta filmin enteresan konusu dikkati çeker. Alışılmış aşk filmlerinin aksine Hamam’da iki eşcinselin aşkı konu edilmiştir. Film İstanbul’da bir hamam işleten Madam’ın ölmesiyle başlar. Mahallenin varoş diye tabir ettiğimiz özellikleri izleyiciye net bir şekilde gösterilir. Eski evler, dar sokaklar renklerin donukluğu göze çarpan belli başlı öğelerdir. Daha sonra İtalya’ya geçilir. Francesco’nun karısıyla kavga sahnesi dikkat çekicidir. Bu sırada gösterilen evin ise zevkli biri tarafından döşendiği belli ve canlı renklere hakimdir. Bunların yanı sıra çiftin kavgasının bir benzeri de Karşı Pencere’deki evli çift arasında yaşanmış, onların da ilişkisine üçüncü biri girmiştir.
Francesco İstanbul’a gittiğinde Zozo onu içkili ve dansözlü bir meyhaneye götürür. Yolda yürürken bile etrafa şaşkınlıkla bakınır. Gördüğü peçeli bir kız dikkatini çeker. Bu şehirdeki her şeyin ona çok yabancı geldiği çok açıktır. Osmanların evine gittiğinde ikram edilen ayran, hemen masa hazırlanması ve Türk kahvesi yine Türk kültürünü yansıtan öğelerdir. Hazırlanan masa çok zengindir ve bu sahnede kameranın kuş bakışı masayı zoomlaması (25:33 – 25:55) ve konuşanların sadece seslerinin duyulması göze çarpan bir başka özelliktir.
Mehmet ve Francesco’nun birbirlerine bakışlarının ilk değiştiği (37:20 – 38:10) ve Marta’nın da ikisini hamamda sarmaş dolaş gördüğü sahne yine izleyiciyi sarsan farklı iki öğedir (2.cd 09.00). Yine birlikte vakit geçirdikleri sahelerde maça gitmeleri, tavla oynamaları, balık ekmek yemeleri Francesco’nun İstanbul’dak hayata nasıl da uyum sağladığını gösterir.
Aldatma motifi yönetmenin pek çok filminde göze çarpan bir öğedir. Cahil Periler, Karşı Pencere, Bir Ömür Yetmez bu filmlerdendir. Filmin Francesco’nun karısı Marta’nın Mehmet’e yazdığı mektupla bitişi de çarpıcıdır. Marta Francesco’nun ölümünden sonra İstanbul’a yerleşmiştir. Mehmet ise artık İstanbul’da değildir. Mektupta İstanbul’da neler olup bittiği yazılıdır. Yine benzer bir mektup sahnesi Karşı Pencere’de de vardır (45:25 – 47:02).
Filmde bir heykelin yavaş yavaş karanlıkta kalması Francesco’nun ölümünü simgeler. (27:46 – 27:57)
Bütün bu açılardan baktığımızda filmin başarılı olmasına şaşırmamak gerekir. Gayet ince düşünülmüş bir senaryo olduğu açıktır. Ne var ki yönetmen filmlerinde geldiği kültürün zenginliklerini kullandığını söylemiş olsa da burada Türk kültürünün pek az önemli öğesi kullanılmıştır. Tek olumlu özellik misafirperverlik ve Türklere has yemeklere yer verilmesi denilebilir. Türklerin bunlar dışında pek çok olumlu yönünün filme yansıtılmamış olması üzücüdür. Belki de bunda yönetmenin kendini İtalyan kültürüne daha yakın hissetmesinin ve henüz 17 yaşındayken İtalya’ya gitmesinin de payı vardır.
Burak Havlucu der ki
Accademia Navona adıyla bir okul yok accademia italian okulun esas ismidir Navona sadece bulunduğu kampüs yerinin ismdir.
İbrahim Avcı der ki
Merhaba Burak,
Uyarın için teşekkürler, gerekli düzenleme yapıldı. 😉