“Çocuk” ve “çocukluk” kavramlarının tarihsel süreçlerini hiç merak ettiniz mi? Önceki yıllar ve toplumlarda “çocuk” nasıl bir yere sahipti? İşte bu yazı da “çocuk” ve “çocukluk” kavramlarının Batı’da, Osmanlı’da ve Türkiye’deki oluşumu ve gelişimi hakkında kısa bilgiler bulabilirsiniz.
A) Batı’da:
“Çocuk” kavramı asıl olarak Rönesansla birlikte kullanılmaya başlamış ve Aydınlanma döneminde bugünkü içeriğini kazanmıştır. “Çocukluk” sosyal bir yapı ve psikolojik bir varlık olarak 16. yüzyılda ortaya konmuş, günümüze dek gelmiştir.
Antik çağda “çocuk” denildiğinde belirli bir yaş ayrımı yoktur, sadece köle çocukların öldürülmesi konusunda ortaya çıkar. Katolik klisisesi ise çocukluktan çıkışı 7 yaş olarak belirler. Bu yaştan sonra çocuk, giysileri ve yaşantısıyla yetişkin gibidir.
18. yüzyıl öncesinde çocuklar dövülen çocuklardır; anne pasif, baba ilgisizdir. Babanın sahip olduğu otorite, çocuğu öldürmesine dahi hak tanır.
Matbaanın icadından 18. yüzyılın ortalarına kadar çocuk bir değer olarak görülmez, babanın çocuğu öldürme hakkını ise sadece Hristiyanlık engeller.
Çocuk aile içinde 17. yüzyılın başlarında önem kazanmaya başlar; ancak merkez olacak kadar değildir bu ilgi. Çocuk, anne sevgisi ile ancak 18. yüzyılda tanışabilmiştir. Çünkü bu zamana kadar çocuk, korku veren, hatta günah unsuru sayılan bir varlıktır. Eşleri birbirinden uzaklaştırdığı düşünüldüğünden ve babanın öldürme hakkı Hristiyanlık tarafından engellendiğinden, hemen bakıcılara verilir; kurtulunması gereken bir yük olarak görülürdü.
Kız ve erkek çocuklar arasında da ayrım vardır; kız çocuklar hiçbir şey kazandırmayan, üstelik evlendirmek için drahoma ödenen bir yüktür. Bu nedenle ya hizmetçiliğe ya da manastıra gönderilirler. Erkeklerde ise sadece büyük çocuk önemlidir ve miras ona bırakılır.
1760’tan sonra annenin çocuğun yanında olması gerektiğine dair yayınlar çıkar. Bu tarihten sonra çocukların öldürülmemesi ve sevgiyle yetiştirilmesi süreci başlar. Çocuklardan geleceğe yönelik beklentiler oluşur, onların sağlığı ve eğitimi önemsenir. 19. yüzyılın yarısına gelindiğinde ise çocuk hastalıkları uzmanlığı oluşturulur.
B) Osmanlı’da ve Türkiye’de
Türk tarihinde çocuğa değer verilir, aile içinde saygındır. İslamiyet öncesi destanlarda yer alır; ancak geleneklerden dolayı, çocuk 15 yaşına kadar isimsizdir, bir şey başarmasıyla isim verilir.
Müslümanlıkta da çocuğa önem verilir. Çocukluk çağı ergenlikle sona erer ve bu sürece kadar sorumluluk ebeveynlerindir.
Osmanlı’da çocuk yaşantısı ve giysileriyle yetişkin gibidir ve Batı’da olduğu gibi sadece 7 yaşına kadar çocuk olarak görülür. Tanzimat dönemine kadar bu durum devam eder.
Tanzimatla beraber çocuklara kitap okumaları, kendilerini geliştirmeleri ve diğer millet çocuklarından geri kalmamaları öğütlenir, çok yaygın olmasa da kız çocukların okuması teşvik edilir.
1980 sonrası kentleşme ve etkisi: 1950lerde ortaya çıkan sanayileşme kentleşme olgusunun etkisiyle göçler başlamış ve bu durum da gecekondulaşmalara yol açmıştır. Kent kültürü ve kendi kültürleri arasında kalan insanlar arabesk kültürü ortaya çıkarmıştır. Bu durum da en çok çocuk ve gençleri etkilemiş, 60-70lerdeki koruma, geliştirme ve önemseme anlayışı 80lerde yerini sorumsuzluğa bırakmıştır.
Liberalleşmenin etkisi: Hızlı bireyselleşme yabancılık, yalnızlık olgusunu geliştirmiş, gençlerin Batıya özenmesi ve aradıklarını bulamamaları, onları farklı yönelimlere itmiştir. 80 öncesinde siyasal, sonrasında ise tüketici veya dini yönelimlere kaymışlardır.
Medyanın etkisi: 1980li yıllarda özel kanalların oraya çıkması, renkli televizyonların yaygınlaşması ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi toplumsal yapıyı sarsar. Topluma artık “Bilgi Toplumu”, çağa ise “Bilgi Çağı” denir.
Yayın ortamları gençlere çeşitli roller sunar, TV birincil haber kaynağı olarak kabul görür ve örnek alınır. Bu da popüler kültüre kapılan gençler ile önceki kuşaklar arasında çatışma yaratır.
Kaynak: AÖF. İlköğretimde Çocuk Edebiyatı. Eskişehir: AÖF, 2007.
Bir yanıt yazın